20 Aralık 2008 Cumartesi

baloncu vs. swordsman, round 1, fight!

Türk siyasetinin en renkli ve en sevimsiz, basına şov yapmayı pek seven kişiliklerinden Melih Gökçek, bürokrasi kanalizasyonlarının efendisi Kemal Kılıçdaroğlu ile televizyonda kapıştı. Hakem de her zamanki gibi "Sensey" Uğur Dündar'dı. Yaz aylarında ilk canlı yayın nakavtını gerçekleştiren Kılıçdaroğlu, tecrübesiz Gökçek önünde favoriydi. En azından benim için. Zira, bu adam bana daha ilk maçta, ifadesiz suratının arkasında keskin bir zeka barındırdığı izlenimini vermişti. Şapkadan tavşan çıkarır gibi ordan burdan resmi belge çıkarması, karakterin en belirgin özelliği. "Finish him" temalı ekranda, "fatality" yapmak gibi. Nitekim, kişioğlu o belgeyi sağ eliyle tutup kameraya gösterdiği vakit ("patron bu, buna konuş" der gibi), - belgede bir katakulli yoksa tabi- karşısında kim olursa olsun içinden dua etmek dışında yapabileceği fazla bir şey yok.  

Melih Gökçek'in bu noktaya çok dikkat etmesi gerekirdi. Tırım tırım yok İzmir Belediyesi, yok Çankaya Belediyesi belgesi arayacağına, dişli rakibinin eski maç kasetlerini izlemesi kendisi için daha hayırlı olurdu. Böylece kameralar önünde balon patlatmadan evvel, aklını başına toplayıp düellodan vazgeçmeyi düşünürdü belki. Melih Gökçek bunu yapmak yerine, ezeli rakibi Emin Çölaşan karşısında benimsediği üslubu takınırım ve balonları patır patır patlatırım zannetti. Emin Çölaşan da kafa dengiydi nasıl olsa. Belden aşağı vuruşup bir şekilde ikisi de idare ediyordu. Ta ki, iş kahve muhabbeti düzeyine inene kadar. O kıvama geldikten sonra da, kim karşısındakini daha çok gıcık ederse o kazanıyordu. Gıcık etme konusunda yüksek lisans yapmış Melih de, çoğu zaman kazanıyordu. Lakin, o günler çoook gerilerde kalmıştı. Devir belge gösterme devriydi. Hem de en âlâsından.

Tartışmayı baştan sona izleyemediğimi belirteyim. Sadece belli bölümleri, orda burda yakalama şansına eriştik; yemek yediğimiz, çay içtiğimiz mekanlarda. O bölümlerde de sürekli Melih Gökçek konuşuyordu. Gaz sayacı hariç her şeyden konuştu. Bir kısmı CHP Çankaya Belediye Başkanı'nın bir rüşvet vakasında belediye meclisindekilere "yamyam" derken dinlemeye takılması (sahi, o iş n'oldu?) gibi önceden bildiğimiz şeylerdi. İzmir Belediyesi hakkındaki yolsuzlukları ise ilk kez duyduk. Anlaşılan, Melih Gökçek sadece kendine karşı yöneltilen iddiaları cevaplamakla yetinmeyip, AKP'nin yükünü sırtına almak suretiyle balonları çoğaltıp, CHP'nin kalelerini düşürme misyonunu da üstlenmişti. Bunlarla uğraşıp, kendisine karşı öne sürülen iddiaları yanıtsız bıraktığı için de pek inandırıcı olamadı. Gitgide sinirlendi. Kılıçdaroğlu'nu konuşturmadı. İşi çirkefliğe vurdu. Baktı ki olmuyor, Uğur Dündar'a "taraf tutuyorsun" bile dedi. Yemek yediğimiz salondaki müşterilerden birinin tepkisi: "Abooo, cıngan lan bu." 

Tartışmadan 2 gün sonra bugün, Melih Gökçek yeni balonlarıyla yine basının karşısına çıktı. Balonlar daha da çoğalmışlardı. Tarafsız biri tarafından yönetilecek yeni bir düello isteniyordu. Çünkü, Uğur Dündar canlı yayında yüzüne karşı "bir daha Melih Gökçek'in olduğu hiç bir oturumu yönetmeyeceğim" demişti. Melih Gökçek böylece kendi kendini mağlup etmiyor mu? Yenilen pehlivan güreşe doymaz hesabı. AKP Ankara'ya başka aday gösterirse hiç şaşırmam. Zaten Melih Gökçek, geçen seneki susuzluk olayından sabıkalı.  

Ülkemiz siyasetinde parti liderlerinin, her Salı grup toplantılarında birbirlerinin arkasından atıp tutmak dışında, mecliste dahi karşılıklı tartışmaya girecek cesaretleri yokken, bu açık oturumları (her ne kadar bazılarına saçma görünse de) faydalı buluyorum. Böylece, arkadan konuşmada ve kıvırmada (bkz. son olarak Başbakan mecliste geometri dersi verdi: "Teğet geçmede de bir temas vardır") doğuştan mağrifetli bireylerden oluşan toplumumuzdaki bilgi kirliliği ve zihinsel tembellikten mütevellit eksik bilgiyle komplo kurmaca eğilimi son bulmuş olur. Tabi, bu münazaralar devam ederse. Benim gözümde namağlup ünvanını koruyan Kılıçdaroğlu'nun karşısına çıkanların halini gören yeni nesil siyasetçilerimiz, bu riske hiç girmemek yolunu tercih edeceklerdir. Böylece, "belgeyle siyaset yapma" politik tarihimizde hoş bir sadâ olarak kalacaktır. Ne yazık ki. 

Şunu da söylemeden geçemeyeceğim: Yerel seçimlerde oy kullanılmamasından yanayım. Çünkü, bir insan neden o kadar para harcayıp belediye başkanı olmaya çalışır, aklım almıyor. "Götürmek" dışında başka bir sebep gören varsa söylesin. Ama lütfen "vatandaşa hizmet" (dikkat edilirse bunu söyleyenlerin tavırlarındaki "siz vatandaş, ben süper-vatandaşım ulan" havaları kolayca fark edilebilir) demesin. Yemezler. O parti, bu parti fark etmez. Türkiye'de, belediye hizmetlerinden rant sağlamak geleneği partilerüstü bir mutabakatla yerleşiktir. Bunu kırmaya da (%47 olsun, isterse %97 olsun) hiç kimse yeltenmemektedir.      

Not: Bu satırlardan o partiyi tutuyorum, şu partiye karşıyım çıkmasın. Bu konuyla ilgili yalnızca Melih Gökçek'i sevmediğimi, Kılıçdaroğlu'na ise sempati duyduğumu söyleyebilirim. Ama bunun haricinde - beni tanıyanlar bilir- çok apolitik bir insanımdır. O kadar apolitiğim ki, sonunda politik bir tavır oldu bu.

Hiç yorum yok: