23 Mayıs 2010 Pazar

ölümle satranç ve dans

Her insan, neden dünyada olduğu, ne için var olduğu, görünen dünyanın ötesinde bir gerçekliğin olup olmadığı gibi sorular sorduğu dönemlerden geçer. Böyle dönemlerde yöneltilen soruların cevapları, insanın yaşayışını temellerinden etkiler. "Yedinci Mühür", tüm bu insana özgü soruları, çok özel bir mizansende (Orta Çağ'da) hakkıyla sormayı başarırken, cevap dayatmak gibi bir derdi olmadığından inanç ve iman konusunu işleyen diğer filmlerden apayrı bir yerde duruyor. Bu sorular karşısında tatmin edici cevaplar bulamayan (hiç bir zaman bulamayacak olan) insanoğlunun kafa karışıklığını ve acizliğini üstün bir estetik ile sunmayı başarıyor. Büyük sinema emektarı Ingmar Bergman'ın en etkileyici eserlerinden "Yedinci Mühür", Tanrı ve ölüm hakkında yapılmış en güzel film belki de.

Haçlı seferlerine katılarak hiç bilmediği topraklarda inanç uğruna on yılını heba eden bir şövalyenin, Ortadoğu'da aradığını bulamadıktan sonra kendi topraklarında, İsveç'te inatçı sorularını sürdürmesinin öyküsüdür "Yedinci Mühür". Bu inanç arayışı, şövalyenin bir sabah ansızın Ölüm ile karşılaşmasıyla daha da büyük bir anlam kazanır.

Şövalye: Sen de kimsin?
Ölüm: Ben Ölüm'üm.
Şövalye: Benim için mi geldin?
Ölüm: Uzun zamandır seninleydim.
Şövalye: Şimdi anlıyorum.
Ölüm: Hazır mısın?
Şövalye: Ben değil ama bedenim korkuyor.
...
Şövalye: Bir dakika bekle.
Ölüm: Hepiniz öyle dersiniz ama ben erteleme yapmam.

 
Şövalye, zaman kazanmak adına Ölüm'ü satranç oynamaya ikna eder. Kazandığı zamanı, kendi inancını kurtarmak ve anlamlı bir şey yapmak için (Haçlı Seferleri sırasında anlamsızlığın doruklarında dolaşmıştır) kullanmak istemektedir. Dalgaların unutulmaz bir fon oluşturduğu o ünlü sahnede, galibin zaten belli olduğu umutsuz satranç oyunu başlar.

Şövalye: Sana siyah.
Ölüm: Bana yakışır. Değil mi?



Ingmar Bergman'ın dünyasında diyaloglar önemli yer tutar. Konu ölüm, inanç gibi ciddi meseleler olunca (aslında bu temalar Bergman sinemasının alamet-i farikasıdır ve her filminde izlerine rastlanabilir) sözcükler daha da ağırlaşıyor. Tanrı hakkında düşünülebilecek, söylenebilecek her ne varsa, film aktıkça yorgun şövalyenin, karamsar yaverinin ve işkolik Azrail'in ağzından dökülüveriyor:

Şövalye: Ben bilgi istiyorum, inanç ya da varsayım değil bilgi! Tanrı'nın bana elini uzatmasını ve benimle konuşmasını istiyorum.
Ölüm: Ama o suskun.
Şövalye:Karanlıkta ona sesleniyorum, ama sanki hiç kimse yok.
Ölüm: Belki de kimse yoktur...


Şövalyenin varlığının bütün anlamı, bu umutsuz arayıştan gelecek cevaba bağlı. Eğer Tanrı varsa, huzur bulacak (hepimizin aradığı şey); eğer Tanrı yoksa, şövalyenin varlığı bedeniyle birlikte çökerek tamamen anlamsızlığa dönüşecek. Üstelik Ölüm'ün gölgesi her nefesinde peşindeyken şövalyenin fazla vakti de kalmadığından, bir an önce bu sorunu halletmek istiyor. "Peki ya inanmayan, inanamayanlara ne olacak?" diye sorarken kendi çıkmazını acı acı haykırıyor. Yaveri Jöns, su katılmamış bir ateist gibi konuşurken onurlu şövalye, yapamasa da Tanrı'ya inanmak istiyor; var olmama ihtimalini kabullenmiyor.

Yaver Jöns: Bu çocukla kim ilgilenecek? Tanrı, Şeytan, hiçlik? Belki de hiçlik?
Şövalye: Böyle olamaz!


Ingmar Bergman'ın en sevdiği oyuncular bu filmde de bir arada: Şövalye Antonius Block'u (halen ilerlemiş yaşına rağmen Hollywood filmlerinde yan rollerde oynamayı sürdüren) Max von Sydow, yaveri Jöns'ü ise Gunnar Björnstrand canlandırırken, Persona'dan ve Yaban Çilekleri'nden de hatırlayacağımız Bibi Andersson Jof'un karısı rolünde çok güzel görünüyor.

1957 tarihli Cannes'da Jüri Özel ödülünü alan bu eskimeyen eser, zamanının çok ötesinde ve her daim genç kalacak. Çünkü insanın gerçek arayışı, umutsuz olsa da hiç bitmeyecek. Şövalye ile Ölüm'ün oyununu ve dansını hep hatırlayacaksınız.

Şövalye: Senden de hiçbir şey kaçmıyor.
Ölüm: Hiçbir şey kaçmaz. Hiç kimse kaçmaz...

13 Mayıs 2010 Perşembe

Anathema ve Riverside'ın ardından.

Kabul ediyorum Anathema çoluk çocuk konseriydi. Ne kadar emo/nemo vb. varsa, ne kadar "17'den 18'e yeni geçtim amanın, dünyam başıma yıkıldı" triplerinde çoluk çocuk varsa toplanmıştı. Sırada beklerken etrafıma bakıp gözlem yaptım. Genelde yalnızken öyle yaparım. Yanımdan geçen nispeten yetişkin kızın biri şöyle dedi: "sırayı bulmak zor değil; 'follow the black rabbit' gibi olmuş." Üzerime alınmadım tabi. Ne de olsa sadece siyah bir ceketti bendeki. Ama doğru tespit. Karanlık dünyalarına ışık sızmıyor.

Riverside'dan ise hiç zevk alamadım. Oldukça küçük bir yerdi ve boş tribünler önünde nasıl futbolun zevki çıkmıyorsa, kapalı mekanda da aynı şekilde bir eksiklik alıp başını gidiyor. Hasta olmamın da payı yok değil. Bundan sonra (büyük konuşmayayım ama) sadece açık hava konserlerine katılmayı planlıyorum.

Velhasıl kelam, Tool gibisi yok...



Black then white are all I see in my infancy.
red and yellow then came to be, reaching out to me.
lets me see.
As below, so above and beyond, I imagine
drawn beyond the lines of reason.
Push the envelope. Watch it bend.

Over thinking, over analyzing separates the body from the mind.
Withering my intuition, missing opportunities and I must
Feed my will to feel my moment drawing way outside the lines.

Black then white are all I see in my infancy.
red and yellow then came to be, reaching out to me.
lets me see there is so much more
and beckons me to look through to these infinite possibilities.
As below, so above and beyond, I imagine
drawn outside the lines of reason.
Push the envelope. Watch it bend.

Over thinking, over analyzing separates the body from the mind.
Withering my intuition leaving all these opportunities behind.

Feed my will to feel this moment urging me to cross the line.
Reaching out to embrace the random.
Reaching out to embrace whatever may come.

I embrace my desire to
feel the rhythm, to feel connected
enough to step aside and weep like a widow
to feel inspired, to fathom the power,
to witness the beauty, to bathe in the fountain,
to swing on the spiral
of our divinity and still be a human.

With my feet upon the ground I lose myself
between the sounds and open wide to suck it in,
I feel it move across my skin.
I'm reaching up and reaching out,
I'm reaching for the random or what ever will bewilder me.
And following our will and wind we may just go where no one's been.
We'll ride the spiral to the end and may just go where no one's been.

Spiral out. Keep going, going...