22 Aralık 2010 Çarşamba

"crimson sunrise"ın kökeni

"A change of seasons", yıllar sonra. 


"Gather ye rosebuds while ye may,
Old Time is still a-flying;
And this same flower that smiles today,
Tomorrow will be dying."




12 Aralık 2010 Pazar

beşir'le değil tüfekle vals

Beşir’le Vals, İsrail ve Arap dünyasında tartışmalara yol açmış bir film. Eleştiri, “dış mihraklar”dan gelince sorun değil, ama İsrail’in kısa tarihindeki sayısız savaşlardan birine tanıklık etmiş bir İsrailliden gelince farklı oluyor.  İşin ilginç tarafı ise filmi, kiminin İsrail yanlısı, kiminin ise İsrail karşıtı olarak bulmuş olması. Aynı filmi izlemiş farklı insanların, birbirine tamamen zıt sonuçlar çıkarmış olmaları bir hayli ironik. Aradaki fark, belli önyargılar ile birlikte o döneme tanıklık edenlerin farklı deneyimlerinden kaynaklanıyor olmalı. Ari Folman’ın uluslarası sinema çevrelerinde çokça övgü toplayan çizgi-belgesel filmi (resmi sitesinde animated documentary olarak tanımlanıyor), bir sanatçının (yönetmenin) savaşma deneyimiyle lekelenen hafızası ile bir hesaplaşması. Sanatçı duyarlılığına sahip bir insanın, savaşın merkezinde savaşı algılayışı açısından önemli olduğu söylenebilir.

İnsanlar ikiye ayrılır: İyi insanlar ve diğerleri (kötüler değil, bir bakıma yeterince iyi olmayanlar; sadece iyileri ayırmak gerekir). Çok kaba bir genelleme gibi dursa da aslında “iyi insan” diye bir vaka vardır. İyi insanın tanımını yapmak güç olsa da (dini bir makbuliyetten kesinlikle bahsetmiyorum), kendini hemen belli eder. Hangi ırktan olursa olsun, iyi insanların sahip olduğu en önemli ortak nokta taşıdıkları vicdandır. Vicdan çok ağırdır, taşıması zordur ama içeride pırıl pırıl parlayan bir elmastır. Taşıyana zûl gelse de, taşımayanı kıskandırır. Özellikle sanatçıların başvurduğu önemli bir ilhamdır vicdan. Ari Folman da bundan yaklaşık 30 yıl önce sürüldüğü bir acayip vahşet ortamında tanık olduklarına dayanamayıp, bunları hatırlama yoluna gitmiş, vicdanının sesini susturamamış.


Gerçek olaylara dayanan, her ne kadar çizgi olsa da neticede bir belgesel olan Beşir’le Vals, Ari Folman’ın orta yaşlı haliyle o şiddetli yıllara dair, Lübnan’a dair doğru dürüst bir şey hatırlayamaması üzerine kurgulanmış. Bu açıdan, genelde ortalama bir film için omurga işlevi gören sürükleyicilik meselesi halledilmiş. Folman’ın kendi hafızasının peşinden koşması, izleyiciyi de meraklandırarak filmin peşine takıyor. Folman, bu arayışı içerisinde etrafa saçılmış asker arkadaşlarını ziyaret etme olanağı bulurken, farklı karakterlerin savaşa bakışınındaki benzerlikler ile farklılıkları görme olanağını yakalıyoruz.

Bunun yanında, filmin animasyon olması ve güçlü müzikleriyle beraber (senfoni benzetmesi buradan geliyor) zaman zaman klip tadında ilerlemesi nedeniyle bazen aklın karışması, gerçeklikten (karakterlerin gerçek olmasından) kopulması, filmin en önemli handikapı.  Son yıllarda belgesellerde denenen (benzer şekilde “Persepolis”) bu stilistik yeniliklerin, klasik belgesel çarpıcılığından uzak olduğunu söylemek yanlış olmaz. Nitekim yönetmen, bu eksikliği kendisi de hissetmiş olmalı ki, filmin sonunda (“bakın aslında bu vakayı anlatıyorum, bakın aslında ne kadar da trajik” der gibi) gerçek görüntülere başvurmaktan kaçamamış. Bu görüntüleri kullanmanın sinema dili açısından hiç bir sakıncası yok tabi ki (sonda olması sebebiyle akıcılığı da etkilemiyor); ancak yukarıda bahsettiğim türden belgesele ait bir vuruculuk yoksunluğuna işaret ettiğini düşünüyorum.


Filmin en çok su götüren konusu, politik duruş meselesine gelirsek, aslında net bir duruştan konuşulabileceğini  zannetmiyorum. İzlerken ne İsrail politikalarına kesin bir karşı çıkış izlenimine (Şaron tasvirleri bu tarafa daha yakın tutuyor filmi), ne de tam tersine İsrail yanlısı bir fikre kapıldım. Çünkü aslında (çok basit olarak) filmde politik bir eleştiri amacı güdülmemektedir. Beşir’le Vals’in çıkış noktası esasen daha çarpıcı: Savaşmaya itilmiş bir bireyin hissizleşmesi, bir yerden sonra (ne kadar hassas olursa olsun) kendi canının derdine düşerek vicdanının sesini susturmak zorunda bırakılması. Fakat hemen ardından şu soruyu sormak gerekir: Peki bunu başarabiliyor mu? Pek değil. Anlatmaya çalışılan çok ağır bir durum iken, öte yandan seçilen şekil (çizgi) ona bu ciddiyeti yeteri kadar kazandırmıyor.  Beşir’le Vals’in animasyon olması onu çoğu yapımdan farklı kılarken, tekniğin özü itibariyle bazı eksiklikleri de beraberinde getiriyor. Bunu da yönetmen daha en başından kabul etmiş olmalı.

Beşir’le Vals, En İyi Yabancı Film Oscar’ı (bu dalda aday gösterilen ilk animasyon yapım) ile Altın Palmiye’ye aday gösterildi; başta İsrail olmak üzere bir çok ülkede onlarca ödül kazandı. Politik olarak (eğer varsa) yüksek beklentilerinizi karşılayamayacak olsa da her şeye rağmen çok iyi bir film.