20 Ocak 2009 Salı

kadehlerimizi 301'e kaldırıyoruz!

Öğrenim hayatımın son yılında sanırım final dönemindeydik, Hrant Dink vurulduğunda. İtiraf ediyorum: Birçok insan gibi ilk defa duymuştum ismini. Bizimkilerle (awesome, sagittarius, rohan, sermet nadir vb.) ayıptır söylemesi Boğaz manzaralı 211 no:lu odamızda "bu adam da kimmiş yahu?" diye konuştuğumuzu çok iyi hatırlıyorum. Tanımıyorduk. Sağolsunlar; böyle tanımamazlık durumlarında devreye girerek bu isimleri geniş kitlelere duyurmak görevini gönülden ve gönüllü üstlenmiş, yeraltı meraklıları, "Kurtlar Vadisi" fanatikleri, alicengiz oyunu düşkünleri, fırsatçı, işgüzar katillerle dolup taşıyor geçmişimiz ve bugünümüz. Bu tanışma, aynı zamanda bir sondu. "Everything that has a beginning has an end". 

Sonrasında, biraz araştırdık kendisini. Fena adam değilmiş. Agos gazetesinde yazı işleriyle uğraşıyormuş. Ailesi, çocukları olan normal bir insanmış.

Bu 4 cümleyi okuduktan sonra bir süreliğine naifleşelim, aptal rolü kesip (ya da kesmesek mi?) kendimize şu soruyu soralım: "Eeee, bu adam neden öldürülmüş?" Şimdi Türkiyeli olmayan bir insan bunun cevabını sittin sene bulamaz. Lakin, test mantığı tüm genlerine nüfuz etmiş bizim gibi "eğitim zaiyatı", okumuş Türkiyeliler, şıklardan yola çıkarak rahatlıkla makul bir tahminde bulunabilir (educated guess). Birinci anahtar söz öbeği: "yazı işleriyle uğraşan". Herkes Türkiye'de yazı işleriyle uğraşmanın tehlikeli bir iş olduğunu biliyor, değil mi? Sonraki ipucumuz, "Agos" kelimesi olabilir. Nece olduğunu tam bilemesek de, kelimenin garipliğinden bunun bir azınlık jargonu olduğunu anlayabiliriz. Koy şimdi ikisini yan yana. Ne çıktı? "Yazı işleriyle uğraşan azınlık." İşte Hrant Dink'in neden öldürüldüğünün cevabı budur.  

İki yıl geçmiş. 20'lerin içine balıklama daldıktan sonra yıllar, daha bir hızlı geçer oldu. Memleketimizde cinayete kurban giden her "sıradan vatandaş"ın paylaştığı "cesedin üzerine gazete örtmece" akıbetini, kendi tabiriyle "sadece edebiyat seven" ve muhtemelen Ermeni olmaktan ziyade pek bir kusura bulunmayan o adam da diğerleriyle paylaştı. Hrant Dink denince hatırladığım ilk görüntü, gazete kağıdından taşmış, kanlı kaldırımda yatan ayakkabılardır. Bir süredir, bunun bile Hrant Dink benzerlerine bir gözdağı, "yerde yatan Ermeni'yi sergileme" tezgahı olduğunu düşünür oldum. "Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" gibilerinden. Sonrasında olanları hatırlayalım. Yakalanan Ogün Samast'a cenderme karakolunda savaş kahramanı muamelesi yapılması, "Hepimiz Ermeniyiz" diyerek durumu protesto eden binlerce insana inat, bu cinayeti için için destekleyen daha fazlasının ne hikmetse beyaz beresiz sokağa çıkamaz olması (Ben ablamın ördüğü güzelim beyaz bereyi yanlış anlaşılmamak için takmazken, adını bu Internet denilen aleme yazıyorum işte Trabzonsporlu fitbolcu bozuntusu "kaptan" Hüseyin Çimşir. Antrenmanda beyazkafanla gördüm seni; unutmadım, unutamadım seni. Bu teşhirimle de ismin, Amerikan serverlarındaki kati yerini aldı), cinayetin çözümü sürecinde bir türlü ilerleyemeyen sürüncemedeki dava gibi hadiseler işte beni bu derece şüpheci (skeptik mi derler felsefede, ne derler?) yaptı.

Şimdilerde Hrant Dink'in ve temsil ettiği mefhum benzeri devlet sorunu (politikası belki de) mertebesindeki hassas konularda her ne hikmetse pek işleyemeyen, sık sık tıkanan adalet, yeri geldiğinde pek de güzel işleyebiliyor halbuki. 301, 305 tıkır tıkır işliyor. Tıkır, tıkır. Tıkır, tıkır. Tıkır. Tık. İşte bu tetik sesine giden yolu açabiliyor. Dil uzmanlarından kurulu bilirkişi raporuna rağmen, Hrant Dink'i "Türklüğü aşağılamaktan" mahkum edebiliyor. Öldürülen Hrant Dink'in yanı sıra, "akıllı" olup Edirne ötesine kaçmış Orhan Pamuk'u ve köyün delisi Perihan Mağden'i üst üste davalarla yıldırmak için bir falakaya dönüşebiliyor. Adalet. Bize pek uğramıyor. 

Kadehimi 301'e kaldırıyorum!

Önemli Not: "Tililili" diye bir şey duydunuz mu hiç? Özellikle Tuncel Kurtiz'in sesinden "Ruh Halimin Güvercin Tedirginliği" yazısını çok tavsiye ederim. Olmadı, Haluk Bilginer'in sesiyle "Tuvalet Korosu"nu bir dinleyiverin. Buyrun: http://www.ntvmsnbc.com/news/432430.asp

Not 2: Çalışmıyorsa, Internet Explorer üzerinden adresi, adres çubuğuna kopyalamak suretiyle açınız.

3 yorum:

Adsız dedi ki...

Hic, su "Turkluge hakaret" meselesini bir yabanciya, ozellikle de Avrupali ya da Amerikaliya aciklamaniz gerekti mi?

-What is Turkishness?

dr. strangelove dedi ki...

Bir keresinde başörtüsü ve birkaç kere Ermeni meselesine muhattap oldum. Özellikle başörtüsü konusu İngilizce konuşulunca kulağa o kadar saçma geliyor ki anlatılmaz yaşanır. Ermeni meselesinde de kendi ülkenizi savunma refleksine girmemek gerek. Yoksa onda da saçmalama ihtimali yükseliyor. Bkz: İsrail'in Filistin katliamını savunmaya çalışan Yahudiler.

Adsız dedi ki...

Benim okuyup anladığım kadarıyla Ermeni meselesinde pek de öyle savunulacak bir şey yok zaten. Bu konuda okunabilecek belki pek çok kitap/ kaynak var, ama Mete Tunçay'ın kitabı Cihat ve Tehcir'in tanıtım yazısı olayı iyi özetliyor:

28 Eylül - 3 Ekim 1916 tarihleri arasında İstanbul'da toplanan, 1332 Senesi İttihad ve Terakki Kongresi'nin, baş tarafında Merkez-i Umumî raporunun bulunduğu, 74 sayfalık kitapçığı, önceki yıl yapılan Ermeni Tehciri'nin savunusunu da içermektedir. Ben, elinizdeki küçük kitabı ilk bastırdığım sırada, Türkiye'de Ermeni Sorunu şimdiki kadar sıcak bir konu değildi. Ermeni sorunu konusunda Türkçe yayınların büyük çoğunluğu son birkaç yılda çıkmıştır

Bir yanda, Ermenistan'ın kuruluş efsaneleri arasında olan ve Ermeni diasporasının şiddetle vurguladığı "1915 Soykırımı", öte yandaysa, başka pek çok konuda Osmanlı geçmişine karşı redd-i miras eden Cumhuriyet yönetimlerinin hâlâ devam eden 1915 olaylarının haklılığını savunma tutumu, öyle anlaşılıyor ki, daha uzun süre gündemimizde bir çatışma alanı olarak kalacaktır. Ben, kendi payıma, 1948 Sözleşmesi'ndeki Soykırım tanımının fazla geniş olduğu kanısındayım. Bana göre, Soykırım'dan söz edebilmek için, Nazi Holocaust'undaki gibi, mağdurların aynı zamanda büsbütün masum ve mazlum olmaları gerekir. Oysa, Osmanlı Ermenilerinin 1915 öncesinde ve sonrasında böyle oldukları söylenemez. En azından, karşı kıyımlar yapmışlardır.

Parlamentoların ya da hükûmetlerin "Soykırım"ı tanımaları ya da yadsımaları demagojiden öte bir anlam taşımaz. Sorunun tarihçilere bırakılması gerektiği savı da, bugün için çıkar yol değildir. Öncelikle, Ermenistan ile Türkiye arasındaki ekonomik, diplomatik ve kültürel ilişkiler normalleştirilmeli, ancak ondan sonra uluslararası tarih uzmanları, belgeler üzerinden çalışmalıdır.

http://www.ideefixe.com/kitap/tanim.asp?sid=H2HWUOP13V3TF8HDSU8I