1 Nisan 2009 Çarşamba

sandıktan tavşan çıktı!

Çok şükür ki, bir sürü senden benden değersiz adamın megafondan bir tarafını yırttığı; zaten çok dandik olan olan popüler şarkıları politize edip minibüslerine sığdırabildikleri en büyük hoparlörlerden bangır bangır zorla dinlettiği; sağı solu, posta kutlarını, kapı önünü seçim afişleri ve broşürlerle doldurdukları açık hava sirki sona erdi. Doğrusu bu ya, eskiden bu işler daha bir şatafatlıydı. Bu görüntü ve gürültü kirliliğinin şiddeti, günümüz seçimlerinkinden bir kaç kat daha fazlaydı. O zamanlar "kararsız seçmen", daha bir kararsızdı belki de. Ve o yüzden olmalı ki, "o"nun aklını çelmek için daha başka göz alıcı şaklabanlıklar, ilüzyonlanlar, akrobatik hareketler yapmak önem taşıyordu. Neyse... O devirler geçiyor artık galiba.

Ülkedeki bu (göstermelik de olsa) demokratik ortamı, özgürlüğü sevmiyor değilim. Lâkin, bu işleri sirk olarak görmekten de kendimi alamıyorum. Çünkü, Murat Belge'nin tespit ettiği gibi "seçimler yine bir sol partinin katılımı olmadan tamamlandı." Bu, benim gibi kendini "apolitik" addeden birinin "solcu" olduğu anlamına gelmiyor. Sağolsun, güzel memleketimizde politikacılar o kadar apolitik ki, bendeniz gibi "apolitik" kimseler en uçtaki politikler oluveriyor. Kendini aydınlık Türkiye'nin partisi ilan eden AKP, bir taraftan kendi cemaatini beslerken (Deniz Feneri ve daha nicesi), "kriz bizi teğet geçecek, var mısın iddiaya?" diye insanlarla dalga geçiyor. Yılmaz lider Deniz Baykal ile, "Davos Fatihi" ve üstelik "Son Osmanlı Padişahı" mitinglerde "magandayım/magandasın/magandayız"ı tartışıyor. Cırtlak sesiyle öfkeli konuşmayı marifet sanan Devlet Bahçeli (lütfen artık ameliyat filan olsun), her seçim öncesi gittiği tipik illere gidip, yaygara koparıp geri geliyor. Şimdi okuyanlara soruyorum: "Hangisi sizi temsil ediyor?" Ben kendime göresini bulamadım. Al birini, vur ötekine. Üstelik daha da ileri gideceğim. Bu "önemli" şahsiyetlerden kendimi daha üstün görüyorum. Halk diye aşağılanan insanların çoğunluğu, bu yaygaracılardan daha üstün. Eminim.

Seçim sonuçları beni hiç şaşırtmadı. Beni asıl şaşırtan, "AKP oyunu arttıracak, %50'yi aşacak" diyen anketler ve bu yönde görüş belirten (içerisinde sevdiğim gazete Taraf'ınkilerin de olduğu) köşecilerdir. Soru: Endüstriyel şehirlerde insanlar işlerini kaybetmiş, bir derya borca batmış ve üstelik Başbakan tarafından alaya alınmış iken, nasıl olacak da AKP'nin oyu artacak acaba? Bu "sıradan" insanlar yıllardır zannettiğiniz gibi aptal değil. Vekillerinin gazına gelip "ceketimi göndersem seçilir" diyen Erdoğan, Şanlıurfa'da "kıçı kırık" bağımsız adaya yenilince şaşım şaşım şaşıyor. Bir yandan "Kürt sorunu benim sorunumdur" deyip, sonra da adamların yüzüne "ya sev, ya terket" diyor. Diyarbakır kalesini düşürmekten dem vururken, TRT kanalını açınca Kürt meselesini hallettiğini; şimdi tüm oyları toparlayacağını zannediyor. Asıl ben bu aymazlıklara şaşıyorum.

AKP'den kayan oylar MHP'ye gidiyor. MHP'den kayanlar, CHP'ye... Ara sıra bunların yönü değişiyor. O kadar. Yoksa sonuçta hepsi faşizan (CHP de "sosyal demokrat" falan değil; bildiğin "nasyonal sosyalist"), hepsi çıkarcı. Nitekim, seçim sonrası yaptığı açıklamalarla Cemil Çiçek bu ortak faşizan zihniyeti saklamıyor: "DTP de Iğdır'ı da alarak Ermenistan sınırına dayandı; dikkat etmek gerek." Eski numaralar bunlar Cemil'cim. Artık, "Kürtler Ermenilerle işbirliği yapıyorlar; vatan haini bunlar" demeye getirmenin modası geçmedi mi? Ermeni sözcüğünü (soyunu) bir hakaret ve siyaset sahasında kontra-atak (bir nevi Sergio Ramos) olarak kullanan sen ve senin iktidarın mı bizi AB'ye taşıyacak? Geçin bunları.

Her şeye rağmen, Alper Görmüş'ün kendi köyündeki seçim manzarasını aktarırken yazdığı şu paragraflar, gelecek için daha bir umutlu olmamızı mümkün kılıyor:

"Bizim köyde yazın hemen hemen her hafta sonu bir düğün vardır ve bütün düğünler köyün güreş sahasında yapılır. İşte o düğünlerden âşina olduğum iskemleler bu defa yarı-düzenli bir tarzda okulun bahçesine dizilmişti ve köyün erkeklerinin büyük bir bölümü oturmuş sohbet ediyor, bir yandan da oy vermeye yeni gelenlerle selamlaşıyorlardı. Belli ki oy vermek için ev halkını getirenler, onları yolcu ettikten sonra okuldan ayrılmıyor, orada kalıyorlardı. Öğleden sonra gitsem okul bahçesinin çok daha kalabalık olacağı muhakkak.

Besbelli bayram yeri gibi, düğün alanı gibi algılanıyor sandık mekânları... Zaten herkes “düğün kıyafetleri” içinde ve ortada açık bir coşku hali var.

Seçim gününü böyle bir ruh haliyle yaşayan insanların, sandığı önlerinden kaldırmak isteyenlerle hiç işlerinin olmayacağını kolayca tahmin edebilirsiniz. Nitekim ben bugüne kadar, hangi partiyi tutarsa tutsun, hiçbir Margazlının ağzından “bu işi asker paklar” gibi bir şey duymadım."

İyi seçimler Türkiye... Şapkadan pardon sandıktan yine tavşan ile havucu çıktı; ama olsun. Daha da iyi olacak inşallah.

Hiç yorum yok: