2 Nisan 2010 Cuma

bir istanbul klasiği


Film festivalleri, İstanbul’un sık kirlenen nefesini tazeleyen, bu şehirde yaşayanları maddi olmayan (nadir) bir tutku etrafında birleşmek üzere sinema salonlarına çağıran ayinler bütünüdür. Sinema salonları da bu ayinlerin tapınakları gibi- insanların gözlerini ve kalplerini birkaç saatliğine de olsa onun arkasında saklanan efendilerine sundukları beyaz perde ise bir çeşit sunak. “Sinema dini”nin (dilinin) bir çeşit beş farzından biridir festivale gitmek. Farklı bir maneviyat paylaşılır; mekânlar değişse de, aynı insanlar farklı tarihlerde, aynı tutkunun, güzel bir film izleme umudunun peşinden Asya ve Avrupa arasında döner durur; çember tamamlanır. Bu, bir çeşit hacca benzer. Tanımadığınız, tanışmadığınız, belki de hiç tanışamayacağınız hanımları, beyleri farklı günlerde, farklı yerlerde pek sık görmeye başlarsınız. Şehrin en mühim film olayı, sinemanın İstanbul’daki hac mevsimi başlıyor. 29. Uluslararası İstanbul Film Festivali, 3-18 Nisan arasında tüm İstanbulluları, kaosun içinde kaostan uzak kalmaya çağırıyor.

Festival programı, her yıl olduğu gibi takibi kolaylaştırmak adına kendi içerisinde kavramsal bütünlüğe sahip birçok bölüme ayrılmış. Ulusal ve uluslararası yarışmalarda onlarca film Altın Lale için yarışacak. Uluslararası yarışma bölümü, müziğin ve tarifsiz güzel Laeitia Casta’nın hâkimiyetinde. “Nowhere Boy”, John Lennon’ın Liverpool günlerindeki çocukluğunun izini sürerken, “Gainsbourg”,adından da anlaşılacağı üzere aykırı Fransız müzisyen ve aktör Serge Gainsbourg’un en sansasyonel dönemine gözünü dikiyor. Brigitte Bardot rolünde Laetitia Casta var (dikkat: Bu bölümde gösterilen “Surat” filminde Casta yine arz-ı endam ediyor). Şöhret öyküleri bir yana, bu başlık altındaki en ümit vaat eden film, henüz 20 yaşındaki Xavier Dolan’ın yazdığı, yönettiği ve başrolünde oynadığı “Annemi Öldürdüm”. Dikkat çekici öyküsüyle Vancouver’da En İyi Kanada Filmi ve Kanada’nın bu yılki Oscar adayı olmayı başarmış. Tolstoy’un son yılını anlatan “Aşkın Son Mevsimi” ile 80’ler Polonya’sından bir gençlik hikâyesi “Sevdiğim Her Şey” değerlendirilmesi gereken diğer filmlerden.

Ulusal yarışmada yine birbirinden güzel filmler yer alıyor. “Kıskanmak”(Zeki Demirkubuz), “Karanlıktakiler”(Çağan Irmak), “Vavien”(Taylan Biraderler), “Ses” (Ümit Ünal) ve“Neşeli Hayat”(Yılmaz Erdoğan) ödül için yarışacak önemli filmlerden bazıları. Tescilli güzel, Altın Ayı sahibi “Bal”, haliyle ulusal yarışmanın en büyük favorisi. Altın koleksiyonuna İstanbul lalesini de ekleyebilir. Buna karşın, beğeni toplayan “Min Dit” ve zorlu bir yol hikâyesi “Büyük Oyun” en az diğerleri kadar izlenmeyi hak ediyor. Yarışma dışı gösterilen “Bornova Bornova”, “Kosmos” ve “Acı” gibi güçlü filmler, hala izleyemeyenler için büyük bir fırsat. Açıkçası Türk filmlerinin gösterildiği kuşaklar şahsen festivalde en beğendiğim bölümlerden. Belli bir kalitenin altına hiç düşmüyor. Üstelik iyi bir Türk yapımı izlemenin maliyeti sadece 3,5 TL (malum bilet firmasının dalavereleriyle aslında fiyat 5 TL’ye kadar çıkıyor).

Avrupa Konseyi ve Eurimages’in katkılarıyla düzenlenen “Sinemada İnsan Hakları Yarışması”, festivalin en manevi ödülünü veriyor. Ağırlıklı olarak Ortadoğu’dan filmlerin yer alması sürpriz değil. İsrail’in 2010 Oscar adayı “Ajami” ve göçmen sorununa eğilen “Kuzeysiz”, bu bölümde öne çıkanlardan.

Belli ki festival fanatikleri biletleri şimdiden tükenen “Tek Başına Bir Adam”a kafayı takmış. Ancak yalnızca “Akbank Galaları”nda değil, herhangi bir yerde, herhangi bir zamanda bir Jim Jarmusch filmi gösteriliyorsa akan sular durur. “Kontrol Limitleri” festivalde açık ara en merak ettiğim film.


“Dünya Festivallerinden” kuşağı, farklı coğrafyalara göz gezdirmek için biçilmiş kaftan. “Plato” ile Peru’ya, “Şeref Madalyası” ile Romanya’ya, “Bahar Sarhoşu” ile Hong Kong’a kısa bir yolculuk yapabilirsiniz. İşin ironik tarafı ise, yapımların neredeyse yarısının Fransız olması. “Dünya Festivallerinden” çok, “Fransız Festivallerinden” demek daha doğru olurmuş. Son dönem Fransız sinemasının en önemli yönetmenlerinden François Ozon, son filmi “Yuva” ile burada.

“Yıllara Meydan Okuyanlar” kuşağında Fransız Yeni Dalgası 50 yıl sonra bile dalgalanmaya devam ediyor. Büyük ustaların son filmlerine yer verilen bu bölümde Alain Renais, Jacques Rivette ve Werner Herzog’un son filmleri (sırasıyla “Yabani Otlar”, “36 Dağ Manzarası”, “Kötü Polis”) izlenebilir. Marco Bellochio’nun, Il Duce’nin büyük sırrını anlattığı “Yenmek” yapıtı festival listesine mutlaka alınması gerekenlerden.

Sinema kariyerlerine hızlı bir giriş yapan “yeniyetme” yönetmenlerin, uluslararası festivallerde takdir edilen eserlerinin bir seçkisini içeren “Genç Ustalar” bölümü, geleceğin sinemasının izini sürüyor. “Yepyeni Bir Hayat”, “Özel Hayatlar”, “Islık Çalmak İstersem Çalarım” gibi öne çıkan filmler, farklı coğrafyalardan tutarlı öyküler anlatma iddiasında.

Festival kapsamında tür sineması da unutulmamış. Gülmek isteyenler için “Antidepresan”, belgesel sevenler için “NTV Belgesel Kuşağı”, sinema koltuğunda gerim gerim gerilmeyi, rahat bir seyire tercih edenler için “LG İle Geceyarısı Çılgınlığı” bire bir. Animasyon türünde Estonya’dan örnekler mercek altında. “Büyüleyici İsyanlar” kuşağında gösterilen Ortadoğu ve Kuzey Afrika bağımsız sinemasından seçmeler ile festivalin popüler havasından sıyrılıp, daha dipleri eşelemek ve belki de harika bir film keşfetmek olası. “Mayınlı Bölge”, artık klasikleşmiş bir kuşak olarak festivalde yer edinen, kışkırtıcı, uçarı ve bazen de provokatif filmlerin, öteki dünyaların tehlikeli bölgesi. Fatih Özgüven’in Joseph Losey filmleri seçkisinden de en az bir film izlenebilir.

Bitmedi! Yönetmen söyleşileri, sinema dersleri, atölyeler, David Lynch’in fotoğraf ve gravür sergisi, sürpriz festival partisi ve Hisar Kısa Film Seçkisi... Sinema adına ne varsa 29. İstanbul Film Festivali’nde. Yakın zamanda Şakir Eczacıbaşı’nı kaybeden İKSV, artık festivalin büyük ödülü Altın Lale’yi, bu kıymetli iş adamı, sanatsever ve fotoğraf sanatçısına adıyor. İyi eğlenceler!

Hiç yorum yok: