26 Şubat 2010 Cuma

bu sevda bitmez

Hollywood'un en özgün yönetmenlerinden Tim Burton'ın son filmi Alice Harikalar Diyarı'nda, seyirciyi üç boyutlu bir düşe çağırıyor. Bu çağrıya kesinlikle kulak vermeli. Tek yapmanız gereken, çocukken kitap satırlarından takip ettiğiniz tavşanı, şimdi de beyaz perdeden takip etmek ve Alice'in kaderine ortak olmak. Tavşan deliğinden yuvarlanmaktan çekinmeyin ve en az bir çocuk kadar cesur olun.

Alice'in bir buçuk asıra yaklaşan macerası hakkında yeni olarak söylenecek ne kaldı? Alice tavşanı takip eder ("follow the white rabbit": uyumadan önce masal dinlemek veya okula gitmeden önce çizgi film izlemek yerine artık her daim bilgisayar oyunu oynamayı tercih eden yeni kuşağın bunu Matrix'ten çalıntı sanma olasılığı yüzde kaçtır acaba?), tavşanın ardından deliğe düşer; iksiri içerek küçülür ve minik bir kapıdan Harikalar Diyarı'na adım atar... Ancak bir çocuğun (ya da sinestezik bir yetişkinin) aklına düşebilecek kadar güzel hayallerdir bunlar. Tüm dünyada şimdiye kadar onlarca kuşağa dokunmayı başaran bu ölümsüz yazınsal eserin hikayesi bir yana, halihazırda yaşayan en yaratıcı yönetmenlerden biri olan Tim Burton'ın elinde yeniden şekillenmesidir asıl heyecan verici olan.

Bu sanal çizgi harikasında şaşırtıcı olmayan bir şey varsa o da, Tim Burton-Johnny Depp işbirliğinin devam ediyor olması. Bu birliktelik bir kader ortaklığına dönüşmüş durumda. Zira "Alice Harikalar Diyarı'nda"dan önce Tim Burton'ın çektiği beş filmde ("Sweeney Todd", "Charlie and The Chocolate Factory", "Sleepy Hollow", "Ed Wood", "Edward Scissorhands") Johnny Depp'i başrolde ve bir filmde de ("Corpse Bride") başroldeki kuklayı seslendirirken yakalıyoruz. Aralarındaki bağ o kadar kuvvetli ki Tim Burton, Johnny Depp'i oğlunun vaftiz babası yapmış: "Onun hakkında daha ne söyleyebilirim? O bir kardeş, arkadaş, oğlumun vaftiz babası. O, dünyanın sonuna kadar onun için gidebiliceğim ve aynısını onun da benim için yapacağını katiyen bildiğim eşsiz ve cesur bir ruh."

Doğuştan aykırı görünüşüyle Johnny Depp, Alice'in hayal alemindeki rehberi çılgın Şapkacı'ya vücut veriyor. Tim Burton'ın hayat arkadaşı Helena Bonham Carter (bir "Fight Club" her şeyi çözer) ise, Kırmızı Kraliçe rolünde kalburüstü bir performans ve biraz da kahkaka vaad ediyor. Mia Wasikowska adlı genç oyuncu, Alice'e güzel bir yüz olmuş. Bu bilgilendirme faslını aşarken, önemli oyunculara rağmen filmin tartışmasız yıldızının animasyon teknolojisi olduğunu söylemek gerekir. Tüm oyuncu performanslarını gölgede bırakıyor. Öyle ki üç boyutlu gözlükten bakınca gülümseyen kedi ve tikli manyak tavşanlardan iyisi yok. Aslında işin içine üçüncü boyut girince beyaz perde tabiri yetersiz kalmaya başladı. Perde yine aynı perde fakat görüntü perdeye yansımaktan çok perdeden taşıyor sanki. Ortalığa saçılanlar tüm sinema salonunu dolduruyor. Özellikle (tavşan deliğine düşme, Kırmızı Kraliçe'nin canavarlarından kaçma çabalarında olduğu gibi) kameranın hareket ettiği sahnelerde üç boyutun farkına ve tadına varıyorsunuz. Beyaz perde yerine örneğin "görüntü ufku" gibi, üç boyutlu gelişkin görüntüyü çağrıştıran yeni bir jargon bulma ihtiyacı doğduğuna inanıyorum. Üç boyutlu sinema kesinlikle bambaşka bir deneyim. Sinemayı sinemada izlemeye teşvik eden yepyeni bir döneme girildiğinin simgesi. Öncelikle televizyonun, daha sonraki yıllarda ise Internet'in yaygın olarak evlere girmesiyle beraber düşüşe geçen sinemaya gitme ritüelinin, gelişen teknoloji ile yeniden çıkışa geçmesi mümkün gibi görünüyor.

Çocuğunu elinden tutup Alice'e götürmek isteyenler dublajlı gösterimden memnun kalacaktır. Öte yandan seyircilerin büyük çoğunluğunun nostaljik bir Alice hatırasının peşine düşmüş büyükler olacağı göz önüne alındığında, yine de bu eskimeyen klasiği orijinal dilinde izlemek daha harika olurdu. Umalım ki Tim Burton'ın masal anlatma sevdası hiç bitmesin. Düş gücüne üçüncü bir boyut da eklendiğine göre şimdi sinemaya gitmenin tam zamanı.

Hiç yorum yok: