6 Mart 2009 Cuma

cleveland, cleveland!

Sempatik maliye bakanı Kemal Unakıtan dün ABD'den sağ salim döndü. Kalbe giden beş damarını değiştirmişler; geçmiş olsun. Dönüşte havaalanında bir basın toplantısı düzenlendi haliyle. Bir iki geçmiş olsun mesajı, "n'olcak bundan sonra bu memleketin hali" sorularından sonra gazeteciler, Unakıtan'ın romantik eşi Ahsen Hanım'a da duygu ve düşüncelerini sordular. Konu tam olarak oraya nasıl geldi bilmiyorum ama (tam o sırada haklı olarak NTV canlı yayını kesti, çünkü iş geyiğe dönmüştü), Ahsen Hanım eşinin sağlığına kavuşması için iki elini açmış dua ederken "Rabbim bana Cleveland dedi" diyor. Vay be gönüllerde yatan aslana bak: Cleveland Kliniği.

Ahsen Unakıtan'ın iyi niyetinden hiç kuşkum yok. Gayet insancıl. Ama bu Cleveland yakarışı, başta teolojik olmak üzere birçok açıdan konuşulacaktır. "Sen Cleveland'ı zaten kafaya koymasan, Rabbin sana Celeveland diyebilir miydi?" ya da "milletinin gönlünden ancak Okmeydanı SSK geçiyor" veya "milletin aynı Rabbi onlara sadece Silifke Devlet Hastanesi diyebiliyor" gibi yorumlara katılmamam mümkün değil. Lakin bence burada yatan daha gizli bir ima var. O da şudur: Bir proje olarak yürütülen Türkiye'nin yeni ortasınıfının profili.

O profil ki artık Edirne'yi aşmış, taa Amerikalara gidip tedavi oluyor, üniversite okuyor, Türkiye'ye kesin dönüş yapıp (TV dizisi tadında) aile holdinginin başına geçiyor, politikaya atılıyor, ülkeyi yönetiyor. İhale alıyor, ihale veriyor, cemaatten adam kayırıyor, hemşehrilerini işe alıyor (hangisi almadı ki?). Burs veriyor. Burs verirken soruyor: "Namaz kılıyor musun evladım?"

Müslümanlara (doğrusu insanlara olacaktı) kıyan İsrail İsviçre'de fethedilirken, soykırımcı, çocuk tecavüzcüsü El Beşir Ankara'da protokolle ağırlanıyor. Başbakan'ın oğlu gemi, Cumhurbaşkanı'nın oğlu e-ticaret, Unakıtan'ın oğlu mısır işine giriyor (şimdi de "one-minute"ın patentini alıp yiyecek markası yapacakmış). Dibe vuran ihracat rakamları es geçilip, "Afrika'ya ihracatımız (bilmem kaç) arttı" diye sunuluyor. Düşen THY uçağına, düşünce gücüyle manşetten zorunlu iniş yaptırılıyor: "THY uçağı Amsterdam'a acil iniş yaptı." Bir başkası açıklanan raporu bugün itibariyle beğenmemiş: "Suç pilotlara atıldı ama altimetre arızalı olsa bile irtifa kaybını uçağa bildirmek zorunda olan kule kayıtları gizlendi. CVR kayıtlarında da 'uyarı' çıkmadı. Düşüşü an be an seyreden kuleden ses çıkmadı." Bu türden haberlerin (yorumların daha doğrusu) aynı cenahtan gazetelerde çıkması tesadüf değil tabi ki. Anahtar kelime: "cemaat."

Türkiye bir rant cennetiyse eğer, Türkiye Cumhuriyeti tarihi de rantın tarihidir. Bundan önce ezilenler, bundan sonra ezeceklerdir. Kimse "biz çok ezildik, bundan sonra kimse ezilmesin" demeyecektir. Kayıracaktır, araya adam sokacaktır, işini görecektir. Bal tutan parmağını yalayacaktır. Artık ulvî yakarışlarda devlet hastaneleri değil, Celeveland klinikleri duyulacaktır.

Çay/sohbet toplantıları, ast/üst, "abi/abla" ilişkileriyle büyümüş bir güruhtan ABi yolunda demokrasi, insan hakları, eşitlik, refah beklemek bizim kerizliğimiz olsun. Bu da son olsun.

Not: Hastasıyım "Yu-for-i-a. Yu-for-i-a" deyişinin Maynard. Tipin hoşuma gitmiyor, lâkin yorumuna hayranım.

"I'm back down. I'm in the undertow.
I'm helpless and awake in the undertow.
I'll die within your undertow.
It seems there's no other way out of this undertow.

euphoria. "


Undertow (Live) - Tool

Hiç yorum yok: