9 Kasım 2008 Pazar

haftanın güzeli (II)

Perihan Mağden'i seviyorum, bilenler bilir. Lafını sakınmayan, eveleyip gevelemeyen, cesur bir kadın. "Aman şu kırılmasın, bu incinmesin" diye uğraşmaz. Kimseden korkmadığı gibi, adına dava açılabilecek konulara (milleti askerlikten soğutmak gibi) da girmekten çekinmiyor. En sevdiğimiz cinsten kontrolsüz güç kullanıyor yani. Aslında bu bölümde yayınlamak için daha eski bir yazısını seçmiştim ama bugün okuduğum yazısı (malum programı ben de izlediğimden olsa gerek)da çok hoşuma gitti.

(not: Baskın Oran'ın Mustafa filmi ile ilgili güzel bir yazısı var bugün Radikal İki'de. Bu blogun takipçileri, haftasonunu adı geçen filmi izleyerek geçirdikleri için, okuyucusu çıkacaktır. Ancak, internette iki gün gecikmeli yayınlandığından, hafta ortasını bekleyin.)

İşte Perihan Mağden'in "Yemekteyiz. Birbirimizi." başlıklı yazısından bölümler:

"...Haberlerden önceki bir-bir buçuk saatimi haftanın her iş günü, büyük bir iştahla tüketmeme neden olan Şov TV’deki ‘Yemekteyiz’ programı, insanı bir an olsun düşkırıklığına uğratmıyor. İnanın.
Temposunu hiç yitirmeyen bir sahtekârlık, palavracılık, kof kendini beğenme/methetme ayinleri, gerçekler âleminden hızlı trenlere atlayıp mütemadiyen kaçış, yaratıcısızlık, yeteneksizlik, zevksizlik, denyoluk ve taşralılık: Üç dörtlük.
Her ekip bir öncekinden daha çekilmez/katlanılmaz/kendini beyhude yere beğenen ve palavracı elemanlardan oluşuyor: Bu nedenle de Toplumumuz’u
BU DENLİ iyi yansıtabilen ‘Yemekteyiz’ programını seyretmeye doyum olmuyor. (Aynen yarışmacıların yemekleri gibi: doyulmuyor. Doyurmuyor.)
Her defasında birbirinden korkunç 5 elemanı NASIL bulabildiklerini sorgulayıp yürekten kutlamak isterdim program yapımcılarını.
Ama anlaşılan POST-MORTEM Türkiye’de elini sallasan ellisi: Bu Büyük Şehir, 10 milyarlık yarışma birincisi çekini alabilmek için kendini (içsel nasıllığını) acımasızca teşhir edip rezil olmaktan 5 kuruşluk beis duymayan Yeni Şehirli Türk kaynıyor.
Yarışmacıların hemen hepsi berbath yemek yapıyorlar. Bunu: hemen her programda yemeklere dokunulmamasından/sürekli herkesin ‘Açım! Aç kaldım!’ diye yakınıp ağlaşmasından/buldukları ilk fırsatta arka taraftaki odalara doluşup teknik ekibin Kentucky Fried Chicken ya da Sultanahmet Köftecisi gibi yerlerden gelmiş yemeklerine aç kurtlar gibi saldırmasından anlıyoruz.
Bırakın iyi, leziz, özel yemekler yapmayı, programa katılanların hemen hiçbiri doğru dürüst yemek yapamıyor. Ama şöyle bir denklem mevcut: Ennnn atıp tutan/başkalarının yemeklerini mütemadiyen tu kaka’layan/burun kıvırmaktan burnunun düşeceğinden korktuğunuz Atmasyon Atmacası vahşi yarışmacılar; ennnn berbath yemekleri
yapıyorlar. En rezil sofraları kuruyorlar. En uyduruk menüleri ‘Böyle olur üstadelerin sofrası’ borazanlarıyla sunuyorlar.
Pırlanta bir tersinden orantı.
Yarışmacılar klikler kuruyor, dolaplar çeviriyor, yüksek puanları (ki, hepsinin eli kıt mı kıt) yemekler, göreceli olarak iyi olana değil; acıdıklarına, beğendiklerine, işbirliği içinde olmayı tercih ettiklerine ya da Ennn Rahatsız Etmeyen Eleman’a veriyorlar. Birbirlerini yemekten, hiçbir sofradan keyif alamıyor, hiçbir şey alamıyorlar.
Hemen her defasında hak etmeyen kazanıyor. Programın ruhunun sloganı, adeta Türkiye’nin ruhunun sloganı: ‘Kötü olan kazansın!’ Kötü olan kazanıyor.
Dengir Mir Mehmet Fırat, AK Parti Başkan Yardımcılığı’ndan istifa etti.
Fırat yakın zaman önce DTP’lilerle yemek yemişti. Hatırlarsınız.
Biliyorsunuz AK Parti’nin Meclis Siyaseti DTP’lilere (Devlet Bahçeli’nin el sıkıştığı Kürt siyasetçilere) kıç çevirmek üzerine inşa edilmiş vaziyette.
Karargâh Ziyaretlerinin Beğenilen İmamhatiplisi Başbakan Erdoğan hem ‘Sabrın Sonu’ konuşmasıyla, hem de (‘ya sev ya terk et’ dememiş!) ‘Sevdiğin yere git!’ konuşmasıyla Kürt Meselesi’nde arzu edilenden/anlaşmaya varılandan/emredilenden daha da ilerde duracağını kanıtlamakla kalmadı ki-
Aaa; Bakıyoruz: KİM gelmiş Dengir Mir Fırat’ın yerine? İçişleri Bakanı’yken gerek Hrant Dink Suikastı nedeniyle, gerek Ergenekon soruşturmasını hasır, saman ve her nevi altı’laması nedeniyle, gerek ezeli ve ebedi İçişleri Bakanı kimliğiyle; takdir etmelere karın doyuramadığımız Abdülkadir Aksu!
İlk ismini uzun bulanlar kendisine Derin Aksu diye de (rahatça) hitap edebilirler. Erdoğan’ın ‘Doğu’dan NE koparsam kârdır’ politikasının devamı olarak Kürt Aksu’yu seçmesini memnuniyetle karşılayanlar, ‘Kürt: AMA NE KÜRT!’ sloganını da (şimdi yaratıklandırdığımız) çok albenili bulabilirler.
Böylece AK Parti’nin İç Anadolu Lobisi olsun, Karadeniz Hobisi olsun rahat 1 nefes alabilirlermiş: Çok güvenilir, çok sempatik bir Kürt zira A. Aksu. İDEAL KÜRT!
Mesela bir başka İdeal Kürt Abdurrahman Yalçınkaya, Deniz Feneri dava dosyasını istetti. Zira, Yalçınkafa, pardon Kaya; çalışmaya, iddianame üretmeye doymuyor. LAİKLİK böylece, gerek Askeriyemiz, gerek Yalçınkafalar sayesinde ayakta kalıyor.
Peki ya DEMOKRASİMİZ mi? Valla artık can çekişmekte olan Gariban Demokrasimiz’in mevlidinin okunmasının ardından, helvasını da AK Parti’nin Yeni Başkan Yardımcısı (Türkiye Politika Sahnesinin Vazgeçilmez Aktörü) Abdülkadir Aksu dağıtır.
Aksu’nun helvasının, ‘Yemekteyiz’ programı yarışmacılarının yarattırmalarını; gerek renk, gerek doku, gerek lezzet, gerek yenilememezlik açısından aratmayacağına; kalıbımı basarım. Mutfak Kalıbımı, tabii ki."

Hiç yorum yok: