11 Kasım 2008 Salı

"Mustapha" yı tek jetonla bitirmek

Bu son film olayı da gösterdi ki, Türkiye'nin gazetelerinde yazarlık yapan/yaptırılan şahıslar, en hafif tabiriyle şuur ve/veya vicdan fakiridirler. Bu işe ilk başladıklarında gayet şuurlu (vicdandan emin değilim, çünkü o çok daha güçlü bir duygu ve sonradan kazanmak zordur) olduklarını, ancak bir süre sonra "napalım, demek ki bu oyunun kuralı da buymuş" diyerek, ideolojik medya savaşlarında cephe seçimine gittiklerini tahmin ediyorum. Çıkarcı, kayırmacı, yıkamacı yağlamacı kültürümüzle ne kadar da uyumlu...

Topluca saçmalamaya başladık. Filmi izlemeye tenezzül etmemiş, bunun yerine "çok güvendiği dostlarından" film yorumları almakla yetinmiş (oh ne güzel) olan tipik Hürriyet yazarı Bekir Coşkun "Atatürk Mustafa'yı görse" diye bir yazı yazmış. Atatürk, Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında "Mustafa" filminin galasına geliyor ve İsmet İnönü'ye elinde kamerasıyla bekleyen Can Dündar'ı işaret ediyor: "'Şu arkada, elinde bazuka gibi boru olan, topçu neferi midir?..' İsmet Paşa: 'Hayır Gazi Hazretleri, o Can Dündar, muharrir... Elindeki kamera aleti, hususiyeti sinema çeker...' Atatürk:'Niye atlarımızın kıçını çekiyor?.." İsmet İnönü: 'Buna insani boyut belgeseli diyorlar...'" (Alakasız bir eleştiri: Bu ne biçim Türkçe'dir, bu ne biçim anlatımdır da her şeye üç nokta koyuyorsun sayın köşe yazarı?)

Bu ne şimdi?? Film eleştirisi mi? Devamında, Bekir Coşkun daha da coşarak filmin, "bir takım" çevrelerden (Fettullahçı mesela) para alınarak, sipariş üzerine yapıldığını da ima ediyor.

İşi fanatizme vuran yine bir Hürriyet yazarı da şöyle diyor:

"Neymiş efendim...
Atatürk rakı içiyormuş.
Aslandı o, aslan...
Aslan sütü içecek tabii."

"Nasıl koydu şanlı kanaryaaaa, kanaryaaa, kanaryaaaa" gibi bir şey değil mi bu? Sen filmi izledin mi birader? Hayır.

Saçmalamaya devam edelim. Tesadüf olamaz; yine bir Hürriyet yazarı Mehmet Yılmaz (kişisel olarak da hiç hazzetmem) şöyle demiş: "Atatürk de elbette yalnız değildi. Yakın arkadaşları, sırdaşları vardı, hayatına giren kadınlar da oldu. Ve hiç kuşkusuz çevresinde geniş bir sevgi halesi vardı." Sevgi halesi kısmı beni özellikle duygulandırdı. Aynı yazıda "yalnızlık, büyük devlet adamları için kullanılan bir klişedir" diyen yazarın, bu sevgi halesi/yumağı lafını klişeden saymaması ilginç. Filmi izlemiş mi? Tabi ki, hayır.

İlk kez, Türk televizyonlarının reyting canavarı buz pateni yarışmasında tanıştığımız, ağlak sesli çocuk Oray Eğin de tartışmaya Akşam gazetesindeki köşesinden (kim dağıtıyor bu köşeleri?) katılmış:

"Can Dündar toplumda hele de bu dönemde en hassas olan bir damara, laikliğe temas etti. Yıllarca laiklik üzerinden para kazandı, ‘Sarı Zeybek’in tekrarlarından yüz binlerce doları cebine indirdi ve şimdi baktı ki konjonktür dönüyor, bu sefer başka bir rantın peşine düştü." Yazı, "...Biliyorsunuz değil mi Can Dündar, Said-i Nursi belgeseli üzerinde çalışıyor bir süredir. Yani Fethullah Gülen cemaatine göz kırpıyor, kendini buraya entegre ederek oradan rant toplayacak" şeklinde devam ediyor. Şimdi genççç Oray filmi izlemiş mi? Kesinlikle hayır. Metinde film adına bir şey var mı? Yok. Gerek var mı ki?

Bir de, Turkcell'in filmden sponsorluğunu çekmesi olayı var. Turkcell ile aynı patrona sahip gazetede yazan genççç Oray, yağcı medya akrobasisini çabuk çözmüş. İyi bir gözlemci anlaşılan. (not: Aynı delikanlı, 3-5 sene önce çıkarılacak bir dergi için Can Dündar'dan övgü dolu sözlerle bahsederek kendisinden iş istemiş.)

Birileri de filmde gösterilen bir fotoğrafı kastederek, "Atatürk'ün boyu neden bu kadar kısa gösterilmiş" demiş! O birileri kimmiş? Aradım, bulamadım. Sadece Can Dündar'ın bunun üzerine "Pardon ama ben ne yapabilirim?" dediğini bilelim yeter.

Bunlar oluyor, yapılıyor ama bilen bilir "Mustapha" yı tek jetonda bitirmek kolay değildir. O dinazorlar, gelip gelip sizi ısırır; "bıçakçı"yı geçmek zordur. Feci jeton yutar (misal ben hiç bitiremedim). Filmi izlemeden, saçmalık sanatında çığır açmaya çalışan köşecilerimizin maskesinin, filmi izleyip artık kendi akıl-fikir aygıtını kullanmanın vaktinin geldiğine karar veren (muhtemelen eski) okuyucuları tarafından düşürülmesini umuyor da umuyorum. Ama olmuyor, olmuyor işte.

Biz de (müsadenizle) haftasonu filme gittik. Film başlamadan önce lavaboya gittiğim bir sırada arkadaşlarım (kankilerim, canlarım benim), salonu boşaltan bir izleyicinin "olur mu öyle şey? Atatürk'ü sarhoş göstermişler..." (onlar kim? Öteki korkusu, hizipçilik) tadında hezeyanına tanık olmuşlar. Filmi izlese de, izlemese de insanlarımız, kendi çizgisinden olan(!) köşeci kanaat(sizlik) önderlerinin gazına gelebiliyor demek ki.

Son olarak, Can Dündar'a dikkat edilmesini tavsiye ediyorum. Genç Bakış programına katıldığında efendi çizgisinden kaymaya başladığını hissettim. Bilmem ne üniversitesi öğrencilerinin soruları (daha çok, süper beyinlerinin süzgecinden geçmiş yargıları) karşısında, resmen saçını başını yolduğunu gördüm. Yaşanan saçmalıklardan bunalan Can Dündar'ın cinnet getirerek eline pompalıyı alıp sağa sola sıkmaya başlayabileceğinden korkuyorum. Böyle bir şey olursa da, korkmasın. Arkasında kapı gibi Başbakan var.

Not: Filmi beğendim ama sinema alışkanlığına uydurabilmek için fazlaca kesildiğinden, anlatımda kopukluk olduğunu düşünüyorum. Daha iyi olabilirdi.

2 yorum:

awesome dedi ki...

hala okuyorum merak etme...

dr. strangelove dedi ki...

sağol awesome. zaten ben yazıyom, sen okuyon. başka da kimse yok :)