16 Kasım 2008 Pazar

haftanın güzeli (III)

Yine eskilere gitmek durumundayız. Belki geçen haftanın değil ama yılın en güzel yazılarından biri. Hatırlayınız, Aktütün saldırısı gerçekleştiği sıralarda Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aydoğan Babaoğlu nezih bir yerlerde golf oynuyordu. Saldırının ardından, Sabah yazarı Umur Talu konuyla ilgili "Biz sporcunun zeki, çevik, ve de ahlaklısını..." başlıklı (muhteşem) bir yazdı. Bu günler için sakladım. Hem de, her hafta yeni gündem değişikliğiyle eskiyen toplumsal hafızamızı, sadece bir kaç ay öncesine götürebileyim istedim. Lütfen okuyun. Özellikle de asker mektupları kısmını.

"Hava Kuvvetleri Komutanı, 'baskın sonrasında golf oynuyordu' eleştirileri için, 'Eleştiride bulunanları mutlu etmek için o gün Aktütün'e mi gitseydim' dedi.
Haklı!
Oradaki 21 yaşındaki komutan, 30'undaki uzmanlar, 21 yaşındaki askerler 'hepimizi mutlu etmek için' oradaydı zaten. 10 askeri öldürülünce (hiç hazzetmediğimiz) Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin Afganistan'a koştuğu dünyada biz komutan değildik, orada asker hiç değildik ve biz de Aktütün'e gitmedik!
Milyonlarca insan o gün Aktütün'e gitmedi!
Çünkü "hayat başka türlü devam ediyor'.
Ama esas mesele o değil.
Komutan'ın ne sebeple olursa olsun oraya gitmemesi değil. Zaten haberi olsa da gitmesi şart değil.
Genelkurmay Başkanı 'Golf oynamak isterdim ama Türkiye öyle bir yer değil' demişken...
Genelkurmay İkinci Başkanı 'Karakol taşınacaktı ama mali sorunlar...' filan derken...
Hava Kuvvetleri Komutanı'nın 'Geleneksel Ramazan Bayramı Golf Turnuvası'nda oynaması da değil...
Lakin, Hava Kuvvetleri üs ve tesislerine, 'golf sahaları' yaptırılabilmesi mesele.
Tanık askerlerin bildirdiği üzre...
'Golf topları için bina inşası, arazilerin çimlendirilip sulama sistemi kurulması, sahaları üslerin kendi imkanlarıyla yapmalarının emredilmesi'.
Golf de, spor da, top da, çim de kötü şeyler değil elbette. Eşitlik değilse de barış dolu en azından!
Ama bunlar, misal Fenerbahçe'de trilyonlarla yeniden yeni orduevi inşa edilirken, en yetkili ağızlardan 'Karakollar mali sorunlar yüzünden bir yıldır taşınamadı' açıklamasıyla aynı toprak üstünde, aynı gök altında yapılıyorsa...
Hiç tartışmadan, gocunmadan, itiraz ne kelime, soru dahi sormadan onbinlerce insan evladını verdi; milyonlarca Türk, Kürt çocuğun geleceğini sağlamlaştırılabilecek akıl, kaynak, enerji ve hukuk 'terör ve terörle mücadele'de eridi.
Ancak, burası cumhuriyet ve demokrasi ise, sorumlu birileri sadece 'tezkere' istemeyecek, sadece 'demokrasinin daraltılması'nı talep etmeyecek; hesap da verecek.
Kaynakların ve evlatların nasıl kullanıldığına dair sorumluluk bilecek ve Büyük Millet Meclisi ile millete bunun hesabını verecek.
İster gururla, başı dik... İster bazen utanarak, sıkılarak. Siyasi iktidar da öyle.
Eski krizlerden yeni krizlere bu kez dünyayla sürüklenmekte olan, yoksulu, yoksunu bol ülkede hele hele!

(not: Sırada asker mektupları var. Orasını nasıl bir tırnağa alacağımı çözemedim. Mektuplar da italik verildiğinden, hiç dokunmadan aktarıyorum.)

Soğuk savaş
"Geçen sene Diyarbakır hava üssünden size bildirmişlerdi. 'PKK ile savaşıyoruz ama kaloriferimiz yanmıyor' diye. Siz yazmıştınız. İnanın çok fırtına koptu. Kaloriferler üç ay yanmamıştı.
Komutan
'Umur Talu'ya mail atmayın' dedi brifingde sert bir ses tonuyla: 'O adam mı çözecek kömür işini'.
Ben nasıl korgenerale mail atayım ki.
Bu sene 3'üncü yıl; kalorifer yine yanmayacak. Ödenek yokmuş. 200 YTL elektrik parası vereceğiz yine galiba. Bilmenizi istedim. Allah'a emanet olun."

Yaralı
sevgi
"Bir süre önce görev yaptığım Şırnak'taki görev şartlarımızı anlatayım size:
Suyumuz yoktu, elektriğimiz yoktu, yolumuz yoktu. Mutfağımız, banyomuz, koğuşumuz, tuvaletimiz yoktu. Çadırlarımız depo, yediğimiz ekmek elle bölünemeyecek kadar sert idi. Toprak altına yaptığımız Köm adı verilen barınaklarda fareler, bitlerle yattık. Gönül rızasıyla seve seve görev yaptık. Ama sizin de dediğiniz gibi 1'in 4'ünü hak edemeyen tek personel olmak, paramızı kesen Oyak'ta söz sahibi olamamak, maaş ve tazminat haksızlıkları, orduevleri vesaire yaralıyor bizi."

Dağa
taşa
"Sevgili Umur Abi. Ben Aktütün'de 10 yıl kadar önce tim komutanlığı yaptım. 1997'den beri çatısına koyduğumuz taşlar bile aynı nitelikte kalmış. Utanıyorum.
13 Eylül 1992'de Aktütün'de 22 değil 24 şehit var abi. O dönemki bölük komutanı genç yaşında yaşadığı travmayla görevi bıraktı biliyorum.
Diyorlar ya, 'İlk kez gündüz saldırısı' diye... 8 Temmuz 1997'de sabah 10'da saldırı oldu. 300 kişilik bir grup tam 10 saat saldırdı. O çatışmada şehit verildiğini bilmiyorlar mı?
30 Eylül 1992'de Derecik karakolunda çok şehit verildi. Sonra orası komando taburu oldu. Bu tarihten sonra cesaret edip saldıramadılar.
Aktütünler'de hep trajedi yaşanır. Mayınlı bölgede odun toplamaya gidip mayına basan şehit vardır. Hasta arkadaşını sırtında indirip doldur boşalt yapılırken indirdiği arkadaşının kurşunuyla ölen vardır. Arkadaşını yanlışlıkla vuran belli bir cezadan sonra yine Aktütün'e gönderilmiştir kalan askerliği için. Onun ızdırabı bilinir mi?
Duyun abi Aktütün'ün çığlığını. O çığlık Aktütün'ü çevreleyen Bayraktepe'ye, Harasbitepe'ye, Cesurtepe'ye, Otyeri gediğine, Bercara, Leylek dağına vurup da, aşamadan oraları, yine Aktütün'e kurşun olarak dönmesin.

17 askeri toprağa düşüren her Kaleş, Biksi, Doçka, RPG 11 mermisi aşsın o dağları da hepimizi vursun. O zaman Aktütünler bir daha olmaz belki."
Vurmasın kurşunlar.
Başka ihtimal ve imkanlar da var.
İki tane 'duygusal istifa' sebebi vardır:
1. Onurunuza (utanmadan) dokun(ul)duğu için;
2. Onurunuz sizi utanmaya davet ettiği için.
Mesela, Ertuğrul Sağlam'ınki daha ziyade birinciye girer.
Beşiktaş'ın yıllarını, kaynaklarını, 'onur'unu 'karanlık' aracılara, bilinçsiz harcamalara, adaletsiz tutumlara yediren tepedeki yöneticilerin istifasızlığı ise 'utanmazlık'a girer komutanım!
Katillere gelince... Onlar kana doymuyor. Aynı Gaffar Okkan suikasti gibi Diyarbakır'ın ortasında hem katliam, hem provokasyon, hem nefret ateşi, hem savaş, şiddet, ölüm humması.
Lanet olsun!"

Hiç yorum yok: