Tuhaf bir geceydi. Önemsiz birkaç saatlik uykudan sonra, samimi bir sıcaklığa teşne, ansızın uyandım. Geçici bir uyanıklık değil, bilincim tamamen açıldı. Kafama görüntüler, düzensiz kaba saba şiirler üşüştü. Bir sürü karamsar düşünce. O an anladım ki artık uyumak imkansız. İçimi onulmaz bir sıkıntı kaplarken aklıma Kafka'nın böceği geldi. Yerde yatmaktan rahatsız oldum. Kalkıp koltuğa geçtim. Biraz yüksekte kendimi daha değerli, daha insancıl hissettim. Küçülmek ve hiç anlaşamadığım annemin kucağında olmak istedim. Zira, yoktur anne gibisi. Umursamasak da çoğu zamanlar, karşılıksız nice bir sevgi, annemizden bize doğru ışıkla kolkola, dalga dalga yayılır. And we take it for granted. Ararız, tararız yoktur eşi benzeri. En az Edvard Munch kadar üzülürüz. Kızıl saçlı tanrıçamızı hiç bulamadık.
Aklıma kaybettiklerim geldi. Aşkta, kumarda, her haltta kaybettikten sonra uykumu da bu minvalde kaybettim. Çocukluğum. Masumiyetim. Hayallerim. Mutluluğun/mutsuzluğun kökeninde çocukluk mu var? O zamanlar hiç bilmeden, tüm saflığımızla hayal ettiğimiz şeyler mi şimdi karabasan gibi ciğerimize basıyor? "Alice Harikalar Diyarı'nda tecavüze uğramış".
Suçlu anılar. Hafıza. Hiç hatırlamasak mutsuz olabilir miyiz? Ama mutlu da olamayız. Bu iki zıt kutbun arasında hep bir nicelik dengesizliği vardır. Mutsuzluklar fersah fersah iken, mutluluklar bir gıdım. Ya da mutluluğun hoş tadı hep damağımızda kaldığından bize öyle gelir.
Her şeyin kıvamını belirleyen zaman. İşte ona yapacak hiç bir şey yok. Her şeye, her yere bulaşmış. Örümcek adama uzaydan gelen kara maddenin bulaşması gibi, sıradan insanlara da zaman bulaşmış. Amerikalıların gravy dedikleri iğrenç bir bulamaç vardır. Salataya katılır. Zaman onun gibi bir şey. Koyu kıvamıyla tüm yeşilliklere, ağzına, yüzüne, çatala, kaşığa, peçeteye bulaştıkça bulaşıyor. Yedikçe koyulaşıyor ve artıyor. Hiç azalmıyor. Salata tabağının içinde olduğumuz sürece -ki başka bir yerde olma şansımız şimdilik yok; çocukluğumuzda salata tabağının bilincinde olmadığımızdan gravy nin de bilincinde değildik ve rahattık, rahatmışız-, gravy nin adı gibi ağır münasebetsizliğiyle (bu lafı hiç sevmesem de) yaşamayı öğrenmek zorundayız.
Şimdi adam olduk da, ya da olmadık da n'oldu? O şarkıda dediği gibi "bu baltaya sakın sakın sap olma"dık da n'oldu? Saplı da olsak, sapsız da aşama aşama çıkarcı, ikiyüzlü, yalancı korkaklar olmadık mı? Git gide her şeyden vazgeçtik. İdeallerimizi ve irademizi yadsıdık. Konformist olduk. En nihayetinde bir şekilde küp küp doğranıp salataya katıldık. Henüz sertiz salatanın içinde, tadını bozuyoruz; ama herşey, herkes gibi ordayız. Üzerimize gravy dökmüşler. Heryerimize bulaşmış. Direnmemiz biraz daha sürecek lakin masumiyetimiz perde perde solmakta. Bizi de yiyecekler.
Not: Sonradan hatırladım. "Gravy" salataya değil, et yemeğine katılırdı. Ama olsun. Demiş bulundum. Siz katın bakalım, n'olacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder